TÜRKİYE CANIM FEDA


   
  SANAL KÜTÜPHANEMİZE HOŞGELDİNİZ
  ÇANAKKALE SAVAŞLARI VE SONUÇLARI
 

  ÇANAKKALE SAVAŞLARI VE SONUÇLARI

 

Çanakkale Savaşları
 
Çanakkale Savaşı, Şubat-Nisan 1915
Tarih 19 Şubat 1915-9 Ocak 1916
Bölge Gelibolu Yarımadası
Sonuç Osmanlı Devleti kazandı.
Taraflar
Birleşik Krallık Britanya İmparatorluğu
Fransa Fransa
Hindistan
Avustralya Avustralya
Yeni Zelanda
Newfoundland
Osmanlı Devleti
Kumandanlar
Sir lan Hamilton
Lord Kitchener
John de Robeck
Sanders Paşa

Esat Paşa
Vehip Paşa
Cevat Paşa
Fevzi Bey
Mustafa Kemal Bey

Güçler
6 tümen (başlangıçta)
14 tümen (sonunda)
5 tümen (başlangıçta)
14 tümen (sonunda)
Kayıplar
141,113 195,000
Çanakkale Savaşları
Deniz HarekatıKara Harekatı

Seddülbahir Cephesi
1.Krite2.Kirte3.Kirte1.Kerevizdere - Zığındere - 2.Kerevizdere - Kirte Bağları

Arıburnu Cephesi
KanlısırtSarı BayırKılıçbayırKocaçimen TepeConk Bayırı

Anafartalar Cephesi
I. Anafartalar

Birinci Dünya Savaşı öncesi Osmanlı Devleti siyasal ve ekonomik bakımdan zor durumdaydı. Dıştan gelen saldırgan politik müdahalelere ilave olarak son yıllardaki savaşlar, iç isyanlar ve millî kaynakların tükenmesi, "Hasta adam" diye nitelendirilmesine neden oluyor, her teşebbüsüne müdahale edildiği gibi, mevcut kapitülasyonlarla varlığı sömürülüyordu. Alman Genel Kurmayı sanayileşmiş, dünya pamuk pazarlarını ele geçirmiş İngiltere'yi yakalamak için "5B" planı yapmıştı. Bu plan: "Berlin, Belgrat, Bosfor, Bağdat, Bombay"ı kapsayan ve sırasıyla bu B harfi ile başlayan şehirleri kazanarak Bombay'a, pamuk ülkesi Hindistan'a ulaşmayı hedef seçmişti. İttihat ve Terakki, Alman 5B planının gönüllü dişlisi oldu. Devletimiz cehalete teslim edildi. Enver Bey, Cemal Bey birbirlerine vekalet ederken birbirlerini paşa yaptılar. Almanya, Baltık-Türk Boğazları-Basra ekseninde kuracağı bir hatla, Akdeniz ve Hint Okyanusu'na çıkmak istiyor, Osmanlı Devleti'ni, Hint Denizi ve Asya'ya ulaştıran bir köprü olarak görüyordu. 0 yıllar Rusya tam bir sosyal buhran içerisindeydi. Almanlar Rus Marksistlerini finanse ediyor; özellikle Lenin Alman altınlarıyla oynayarak Rusya'daki komünist darbeyi planlıyordu. Buna karşı Fransa ve İngiltere Rusya'ya yardım ederek güç vermeye çalışıyordu. Çünkü Rus ordusu ihtiyacı olan malzeme ve silahtan mahrum bulunuyordu. İngilizlerin kaygısı ise, kuzey ve batıdan gelecek muhtemel tehditlere karşı Boğazların korunması ve kapalı tutulması konusundaki istekleri idi. Fransızlar da, İngilizlerin yanında olduğu gibi, Suriye ve Anadolu'nun güneydoğusuna göz dikmişlerdi. Yüzbinlerce insanın hayatına mal olan böyle muazzam bir savaşa Türkiye'nin katılmasında adeta birinci derecede rol oynayan İttihat ve Terakki Hükümetinin tutumu, savaşının sonunda "vatana ihanet olarak" değerlendirilmiştir . Savaş sonrası, bu felaketin sorumlu ve suçlularını ortaya çıkarmak için işgal kuvvetleri bir çok tahkikat komisyonları ve mahkemeler oluşturdular. Birinci Dünya Savaşı'ndaki Çanakkale Cephesi, İngiliz ve Fransızların Osmanlı başkenti İstanbul'u ele geçirmek niyetinden dolayı açılmıştır. Böylece müttefikleri olan Rusya'ya Boğazlar yoluyla lojistik yardım sağlamayı, Osmanlı başkentini ele geçirerek Osmanlı'yı Almanya'dan ayırmayı ve Almanya'yı yalnız bırakmayı; henüz savaşa girmemiş Bulgaristan'ı da kendi yanlarına çekmeyi düşünmüşlerdi. Bu amaçla, önce donanmaları ile Çanakkale Boğazı'nı açmayı ve arkadan getirecekleri kara birlikleri ile İstanbul'u ele geçirmeyi planladılar. Türkiye'nin Almanya yanında savaşa girmesi, Kanal harekâtı, Boğaz kalelerinin bombardıman edilmesi ve Gelibolu Yarımadası'na çıkarma yapılacağı belli olunca Kahire, Sydney, Melburn, Wellington ve Londra gibi büyük şehirlerde yayınlanan bazı gazetelerde birden bire şu haberler yayılmaya başladı : "Türkler Hırıstiyanları toptan öldürüyor. Kadınlara tecavüz ediliyor. Türk askerleri, savaş esirlerine çok kötü işkenceler uyguluyor.." Ancak kısa bir süre sonra tüm bu haberlerin, "Atina, Selanik" ya da, "İstanbul'daki güvenilir gizli kaynaklara" dayandırıldığı ortaya çıkınca, olayın aslı anlaşılacaktır.  Kısacası bizim "Komşu, Yunanistan", tıpkı günümüzde olduğu gibi, Türkiye aleyhine propaganda yaparak Avrupa ve Yeni Zelanda kamuoylarını etkileyip, Türklere karşı olumsuz düşünce ve yargıların gelişmesi için çaba harcıyordu . Şüphesiz bu haberler, Gelibolu'ya yollanacaklarını ve Türklerle çarpışacaklarını öğrenen Anzaklar ve özellikle de geride bıraktıkları aileleri üzerinde etkiler yapıp Türkler aleyhine olumsuz yargıların gelişmesine yol açıyordu. İngiliz binbaşı H. M. Alexandr da, 24 Nisan 1915 çıkarması öncesindeki son geceyi, Anzakların ruh halini ve gemilerin bir bayram şenliği içinde Mondros limanından ayrılırken nasıl uğurlandığını şöyle anlatıyor : "... Fransız ve İngiliz gemileri birbirinin yanından geçerken, özellikle çok nazik bir şekilde selamlaşıyorlardı. Ne de olsa ortak bir harekâta girişiyorlardı. Taraflar birbirinin değerlerini takdir etmeyi öğreneceklerdi. İngiliz gemileri geçerken baktım, birinin yan tarafına ve büyük harflerle şöyle yazılmıştı : "Önce İstanbul'a, Sonra Haremlere Hücum ! " .  Çanakkale Cephesinin Açılma Nedenleri Bilindiği üzere Birinci Dünya Savaşının en yoğun çarpışmaları, Çanakkale Boğazı'nda cereyan etmiştir. Çanakkale Savaşlarına, işgal kuvvetlerini oluşturan askerler şu ülkelerden gelmişti : İngiltere, İrlanda, İskoçya, Avustralya, Kanada, Yeni Zelanda, Fransa, Sudan, Somali, Senegal, Cezayir, Mısır, Hindistan, Nepal, Filistin'den Yahudiler ve Ruslar.. Osmanlı Devleti safında ise, Alman teknik danışman ve subayları yanısıra, Yemen, Kerkük, Sivas, Adana, Tunceli, Edirne, Bursa, Bitlis, Rize, Ankara .. gibi ülkenin dört bir yanından gelen insanlar vardı. Bu yönüyle Çanakkale savaşları, daracık bir yarımadada, göğüs göğüse ve sekiz ay süren tam bir uluslar savaşıdır. Bu savaşlar, Türkler için meşru bir savunma, karşı taraf için tam manasıyla bir çıkmazdı. Çünkü İtilaf Devletleri cephesinde İngiltere ve Fransa kanadının, Rusya kanadı ile bir bağlantısı yoktu. Birbirinden ayrılmış olarak kalan bu iki müttefik grup arasında birleşmeyi sağlamak için en esaslı çare Osmanlı Hükümeti'nin daha tarafsız iken kapatmış olduğu Çanakkale Boğazı'nı ve onu müteakip de İstanbul Boğazı'nı zorlamaktı. Osmanlı İmparatorluğu'nun katılmasıyla geniş bir cepheye yayılan savaş bütün şiddetiyle sürmekteydi. Kendi için kolay bir düşman saydığı Osmanlı İmparatorluğu'nun Kafkas Cephesindeki direnişi, Rusya'yı son derece telaşa düşürmüştü. 19 Ağustos 1914'te Osmanlı Devleti'nin henüz tarafsız bulunduğu sırada Yunan Hükümeti, kuvvetlerini İngiltere'nin emrine vermek suretiyle bir Çanakkale cephesinin açılmasını teklif etti. İngiltere, başlangıçta bunu uygun bulduysa da, böyle bir hareketin Osmanlı Devleti'nin savaşa girmesini çabuklaştıracağını, bunu Bulgaristan'n izleyeceğini, diğer Balkan devletlerinin aralarındaki anlaşmazlığı düşünen İngiltere, Yunan teklifini uygun bulmadı. Ancak Rusların içinde bulunduğu siyasal ve ekonomik sorunlar, bunların yanısıra Kafkas Cephesindeki Osmanlı taarruzunun önemli bir gelişme kaydetmesi, müttefiklerini hayli düşündürüyordu. Asıl yardım Çanakkale ve Baltık Denizi yoluyla olabilirdi. Öncelikle Çanakkale geçilerek Rusya'ya yardım eli uzatılacak, diğer yandan İstanbul düşünce, Osmanlı İmparatorluğu zayıflayacak ; böylece Almanya erken bir yenilgiye mahrum edilecekti. İşte İngiltere-Fransa, sanayi ve açık deniz pazarları ile Rusya'yı birleştirecek tek yol Çanakkale ve İstanbul Boğazlarından geçiyordu. Bu kapıların başında ise vatan savunmasından başka bir düşüncesi olmayan Türk askeri bulunuyordu. Çanakkale savaşlarını iki kısımda ele almak mümkündür. Birincisi Çanakkale ve İstanbul Boğazını donanma ile geçmek isteyen İtilaf Devletlerinin başlattığı "Deniz Savaşları", İkincisi ise, denizde harekâtında başarılı olmayan düşmanın Nisan ayında başlattığı "Kara Savaşları" ydı. DENİZ SAVAŞLARI İtilaf Devletleri, bilhassa kilit adam olarak görülen Winston Churchill'in İngiltere Harp Meclisinde 25 Kasım 1914'te gündeme getirdiği Çanakkale Boğazını donanma ile geçme fikrini ortaya atarken gayesi, müttefiki Rusya'nın sıkışık durumunu kurtarmak, Osmanlı Devleti'ni saf dışı bırakmaktı. Ancak kağıt üzerinde zaferi bekleyen Churchill'in tek düşünmediği nokta Türk askerinin vatanı için can vermenin kutsallığını unutması olmuştur. Bu çerçevede İtilaf Devletleri donanmaları 3 Kasım 1914'te kısa bir hücum başlatmış, Türk savunma gücünü ölçmek istemişlerdir. Nihayet 13 Ocak 1915 tarihinde Londra'da toplanan İngiliz savaş meclisi, Çanakkale Boğazı'nın denizden donanma kuvvetiyle zorlanıp geçilmesine karar verdi. Bu aşamada her iki tarafın deniz gücünü ortaya koymaya çalışalım : Türk Deniz Gücü : Osmanlı Devleti I. Dünya Harbine girmeden önce paraları peşin verildiği halde İngiltere'ye ısmarladığı gemileri alamamıştı. Bunlar : Sultan Osman-ı Evvel ve Reşadiye zırhlıları idi. Çeşitli çapta topları ve 22 mil süratleri ile üstün vasıflara sahip olan bu savaş gemilerinin Osmanlı deniz kuvvetlerinde yer almayışı bu muharebelerde eksikliğini hissettirmiştir. Çanakkale Boğazı, savunmaya elverişli bir yapıya sahip olmasına rağmen savunma düzeni açısından çok yetersizdi. Ağır top mevzileri toprak ve taştandı. Ayrıca topların çoğu kısa menzilli ve eski idi. Cephane sınırlıydı. Bütün bu olumsuzluklara rağmen Çanakkale müstahkem mevki kumandanlığına getirilen Miralay Cevat (Çobanlı Paşa) Bey gerekli hazırlıkları süratle tamamlamaya çalışıyordu. 1914-1918 tarihleri arasında Osmanlı deniz kuvvetlerinde muharebe gemisi, 4 kruvazör, 2 torpido, 8 muhrip, 10 torpido botu, 18 gambot ve 17 çeşitli gemi ile toplam 62 adet idi. Buna karşı İtilaf Devletlerinden İngiltere'nin irili ufaklı toplam 101 gemisi, Fransa'nın 33 gemisi ve ayrıca Rusların da 41 gemisi bulunuyordu. Bu durumdan da anlaşılacağı gibi, Türk deniz gücü çok zayıftı. Nihayet, Çanakkale Boğazı toplanmaya başlayan önünde İngiliz ve Fransız filoları Limni, İmroz, Tenedos adalarını kendilerine üs yaptılar. Düşman savaş gemilerinin top atışları, başlangıçta Çanakkale Boğazı'nı kapayan Kumkale ve Seddülbahir bataryalarını yok etmek amacını güdüyordu. Bu sırada doğal olarak savaş gemilerinin uzun menzilli topları, eski ve kısa menzilli Türk kıyı bataryalarının etki alanı dışında kalıyor ve bunların atışlarından zarar görmüyordu. Bu çatışmalarda iki tarafın kullandığı araçlar çok farklı olduğundan, sonuç önceden belliydi. Atışlar kısa süre devam ettikten sonra, Türk kıyı bataryaları ve istihkâmları bir yıkıntı durumuna geldi. İşte 3 Kasım 1914'te başlayan saldırı ancak 19 Şubatta ciddileşti. Amiral Carden idaresinde 12 parçalık bir filo taarruza başlamış, akşama kadar süren bu saldırıda Türklerin giriş tahkimatı ateş yağmuruna tutulmuştur. Ertuğrul ve Orhaniye tabyaları, menzilleri dışındaki mesafeden şiddetli bir bombardıman altına alındı. Bu saldırıda yaklaşık 1100 top mermisi maruz kalan Türk siperleri, ayrıca havadan uçaklarla bombalandı. İkinci saldırı ise 25 Şubat 1915'te başladı. 8 İngiliz ve 4 Fransız muharebe gemisinin yoğun ateşi sonucu Türk tabyaları susmuş, Türk askeri geri çekilmek zorunda kalmıştır. Buna karşılık Ertuğrul tabyasının bir mermisi Fransızlar'ın "Vengeance" zırhlısının arka tarafına indi. Türk topları, başta Agamemnon zırhlısı olmak üzere diğerlerini yaralayıp püskürtmüş olsa da, İngilizler bunu bir zafer gibi kabul etmişler ve artık Boğazlar'ı rahatça geçebileceklerini düşünmüşlerdir. Fakat tam bu sırada Türk tabyalarının isabetli atışları ve Barbaros ile Turgut Reis rıhlılarının cesaretli müdahaleleri ile İngilizlerin ünlü Agamemnon ve Goliath yara alarak geri çekilmiştir. Türk topçusu görevini büyük bir başarı ile sürdürerek isabetli atışlarına devam ediyordu. Bunun üzerine daha fazla ileriye geçemeyen düşman zırhlıları geri çekilmek zorunda kalmıştır. Düşmanın birkaç kere karaya asker çıkararak Seddülbahir'i baskınla ele geçirme girişimi başarıya ulaşmadı. Çünkü ağır bombardımanlara rağmen bir miktar Türk askeri mermilerin yetişemediği yerlerde kalıyor ve karaya çıkanları geri püskürtüyordu. 2 Mart 1915 günü yeniden saldırıya geçen düşman zırhlılarından "Conwallis" zırhlısı aldığı ağır bir isabet yüzünden savaştan çekildi. Bu sırada "Barbaros" zırhlımız da endirekt atışlar yaparak düşman donanmasının en güçlü zırhlısı olan "Queen Elizabeth" i dövmeye başladı. Bu isabetli darbelere daha fazla dayanamayan İngiliz zırhlısı da geri çekilmek zorunda kaldı. Çağın en güçlü savaş gemilerinden oluşan düşman devletler donanması bütün gücüyle Çanakkale Boğazı'na yüklenmeye hazır durumda beklerken mayın-arama tarama gemileri de Boğaz ağzındaki mayınları temizlemekle meşguldüler. Bu sırada Almanya'dan Edirne'ye trenle ve oradan da güçlükle 2 Mart 1915 günü Çanakkale'ye getirilmiş olan 26 mayın, 7 Martı 8 Marta bağlayan gece küçük Nusret'in güvertesine yüklenmişti. İki gün önce kalp krizi geçiren Nusret'in komutanı yüzbaşı Hakkı Bey, sağlığı nedeniyle yerine bir başkasını görevlendirmeyi öneren Çanakkale müstahkem mevki komutanı Albay Esat Bey'in ısrarlarına rağmen harbin ve ülkenin sorumluluğunu omuzlarında hissederek Nara Burnu'ndan hareket eti. Gecenin zifiri karalığından yararlanan Nusret kalan son 26 mayını Boğaza döktü. Son mayının döküldüğü komutana rapor edilmişti ki, bu ulvî duygu ve manevi sorumluluğun yerine getirilmesiyle oluşan heyecana daha fazla dayanamayan yüzbaşı Hakkı Bey'in vatan için çarpan kalbi durdu. Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır. Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır. Tüm hazırlıklarını tamamladığına kanat getiren düşman donanması 17 Mart günü toplu saldırıya geçmiştir. Dünyanın en büyük ve güçlü savaş gemileri Türk tabyalarını cehennemi bir top ateşine tutmaya başlamıştır. Birleşik donanmanın 622 topuna karşılık Türk topçusunun 179 topu bulunduğu bu muharebede düşmanın atış menzili uzun olmasına mukabil Türk topçusunun toplarının kısa menzilli ve eski tip olması düşmana büyük avantajlar sağlamıştır. Türk topçusunun isabetli atışları ve Nusret mayın gemisinin döşemiş olduğu mayınlara çarpan birçok düşman zırhlısı ağır yaralar alarak saf dışı kalmışlardır. En ağır kayıp ise Bouvette olmuş 650 asker gemileriyle birlikte Boğazın karanlık sularına gömülmüşlerdir. Gün boyunca süren çarpışmalar neticesinde savaş gücünün 1/3 ünü kaybeden düşman donanması geri çekilmek zorunda kalmıştır. 9 Mart'taki savaşlar sırasında "Lord Nelson" ve "Bouvet" zırhlıları da Hamidiye tabyasından ağır isabetler alarak savaş meydanını terk ediyordu. 18 Mart 1915 Perşembe saat 10 sularında 18 zırhlı ve kruvazör, torpidobot ve mayın tarama gemilerinden oluşan İtilaf devletleri donanması Boğaz'a girdi. Vice Amiral de Robeck'in emrindeki donanma gemilerinden "Triumph" zırhlısının ilk salvosuyla savaş başladı. Bunu "Queen Elizabeth, Agamemnon, Lord Nelson, Inflexible" izledi. Albay Wehrle'nin raporuna göre, bu saldırıya 16 büyük savaş gemisi katılmıştır. Bunlar ilk sıra halinde Boğaz'a girmişler ve Boğaz Müstahkem Mevkii tabyalarını sabah saat 10.30'dan başlayarak akşamın 7.00'sine kadar bombardıman etmişlerdi. Sahil bataryaları, düşmanın bu cehennemi ateşine karşı cansiperane bir savunma yapmaya başladı. Şu Boğaz Harbi nedir ? Var mı ki dünyada eşi ? En kesif orduların yükleniyor derdi beşi, Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya Bu sırada toplarını açık ve savunmasız Çanakkale kasabasına çeviren Queen Elizabeth burasını yakıp yıktı. Türk siperleri ağır bombardıman altında birbiri ardına sarsılıyordu. Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer O ne müthiş tipidir, savrulur enkâz-ı beşer Yeni komutan, İngiliz amirali de Robeck, Türk savunmasının artık gücünü yitirdiğine ve kesin darbenin indirilme zamanın geldiğine karar vererek Fransız filosuna hücum emrini verdi. Birden Hamidiye ve Mecidiye tabyalarıyla, Baykuş ve Dardanos istihkâmları Fransız zırhlılarını ateş altına aldı. Aynı anda ağır bir isabet alan İngilizlerin "Inflexible" zırhlısı geri çekildi. Hamidiye tabyasından üst üste birkaç salvo yiyerek sarsılan Bouvet, Nusret mayın gemisinin döktüğü mayınlardan birine çarparak battı. Biraz sonra "Irresistible" da aynı akibete uğradı. Onun yarımına koşan "Ocean" da Boğazın sularına gömüldü. Bir süre sonra mayına çarpan Inflexible zırhlısı İmroz açıklarında karaya oturdu. Cephaneliklerinden biri isabet alan "Suffren" infilak ederek saf dışı kaldı. Bu muazzam çarpışmadan iki ay sonra 13 Mayıs 1915'te "Muavenet-i Millîye" destroyeri İngilizlerin ünlü "Goliath" zırhlısını batıracak, müttefiğimiz olan Alman denizaltıları da aynı ayın 25. Günü "Triumph ve Majestic" zırhlılarını deniz dibine yollayacaklardı. Bu büyük yenilgi üzerine düşman donanması geri çekilmek zorunda kalacaktı . Sonuçta 18 mart zaferi, Türk askerinin, Türk topçusunun, mayın filosunun cesaret, azim ve şecaatinin ortak bir eseri olmuştur. Bu arada Muavenet-i Milliye Muhribi, Goliath zırhlısını batırdı. Yüzbaşı Ahmet Bey, gösterdiği cüretle denizcilik tarihine geçmiştir. İngiltere ve Fransa'nın dört denizaltısı,üç büyük zırhlı ve küçük gemileri battı. Büyük miktarda cephane harcamasına rağmen, düşman filosun fazla bir başarı elde edemedi. Kanlı savaşlar sonunda tabya ve bataryalardaki şehit sayısı, Müstahkem Mevki Komutanı Albay Cevat Bey'in raporuna göre 200'ü geçmiyordu. Buna karşılık düşman zayiatı ciddi ve ağırdı. Albay Wehrle ve emrindeki komutanların gözetlemelerine göre Bouvet, Irresistible ve Ocean zırhlıları batmış, pek çok savaş gemisi de yaralanmıştı. Kurtarma çalışmalarına katılan pek çok savaş gemisi de batırılmıştı. Özellikle Hamidiye Tabyası'nın Yüzbaşı Vassidla komutasındaki atışları çok etkili olmuştu. Türkiye'de torpil uzmanı olarak çalışan Üsteğmen Ceehel'in Erenköy Körfezi'ne 18 Mart'tan az önce yerleştirdiği mayınların da bu sonuçta rolü olsa gerektir. Bunun üzerine düşman filosu geri çekilmek ve bu girişimden vazgeçmek zorunda kaldı. 18 Mart, Çanakkale Müstahkem Mevki ve Boğaz Komutanlığı için bir onur günüdür ve öyle kalacaktır. Düşman, filo zorlamasıyla bu boğazı geçmeye bir daha girişmedi. Çanakkale müstahkem mevki Kumandanı Cevad Paşa'ya bu büyük zafer üzerine "18 Mart kahramanı" ünvanı verildi KARA SAVAŞLARI : İtilaf Devletleri deniz harekâtında uğradıkları büyük yenilgi üzerine, karadan taarruza geçerek "Eceâbad" yarımadasını istila suretiyle Boğaz savunma mevzilerini düşürüp, donanmalarına deniz yolunu açmaya karar verdiler. Bu maksatla Akdeniz Birleşik kuvvetleri başkumandanlığına tayin edilen Ian Hamilton, Amiral Michael de Robeck'le görüşerek kara taarruzuna kara verdi. Bu harekât için 75.000 kişilik beş tümen ayıran İtilaf Devletleri, donanmalarını da 65'ten 95 parçaya çıkardılar. Osmanlı Devleti ise, düşmanın kara harekâtına girişeceğini sezmiş bulunduğundan 5. Orduyu kurmuş, komutanlığına da Alman generali Liman Von Sanders'i tayin etmişti. İşte bu ordunun 19. Tümen komutanlığına da yarbay Mustafa Kemal (Atatürk) Bey getirilmişti. Osmanlı ordusunun kara kuvvetleri başlangıçta 2 tümen iken, şiddetli saldırılar karşısında mevcudu 6 tümen ve bir süvari tugayına çıkarılmıştı. Deniz ve kale komutanlığına da Amiral Von Usedom tayin edildi. İtilaf Devletleri ise, önceleri mevcut küçük birliklerinin sayısını 500 bin askere kadar çıkarmışlardı. Bunların 400 bini İngiliz, 70 bini Fransız, geri kalanı da Avustralya, Yeni Zelanda ve Hint askerleri idi. Gece yapılması kararlaştırılan çıkarmanın tarihi de 25 Nisan olarak belirlendi. Nihayet hazırlıklarını tamamlayan düşman kuvvetleri Boğazın en dar yeri olan "Seddülbahir" bölgesine çıkarma harekâtına başladı. Çok üstün ateş gücüne sahip düşmanın cehennemi bombardımanı karşısında, Türk tabyaları bir müddet sustu. Fakat birden hemen kıyıya yakın, denizdeki düşman toplarının dövemeyeceği kadar yakın bir tepenin ardından bir yaylım ateşi başladı. Bu, ilk çıkartma yapan düşmanın üç alayına, yani yaklaşık 6000 kişiye karşı 63 neferiyle karşı koyan Ezineli Yahya Çavuş bataryası idi. Düşman komutanına, "Burası tam teçhizatlı bir tümenle korunuyor, buradan çıkartma yapmak, daha binlerce erimizin ölümüne neden olur, başka bir çıkış yeri arayalım" kararını verdiren bu insan üstü güçle yapılan direniş, sadece Yahya Çavuş ve 63 erinin eseriydi. Dünyada hiç bir insan, ölümünü düşmana bu kadar pahalı ödetmemiştir. Aziz hatıralarına dikilen anıtın kitabesinde şu satırlar yer almaktadır : Bir kahraman takım ve de çavuştular Tam üç alayla burada gönülden vuruştular. Düşman tümen sanırdı, bu bir avuç askeri Allah'ı arzu ettiler, akşama kavuştular Arıburnu Çıkarması ve Conkbayırı Savaşı : Beşinci ordu komutanı Liman Von Sanders Paşa, çıkarmanın Saroz Körfezi kıyılarına yapılacağını düşünüyordu. Yarbay Mustafa Kemal Bey ise, çok isabetli bir sezgi ile çıkarmanın Arıburnu'na yapılacağını tahmin etmiş ve komutanlarını uyarmıştı. 24-25 Nisanda Arıburnu çıkarması yapıldığı zaman, buradaki Türk birliklerinin sadece bir gözetleme bölüğü vardı. Bunlar cephaneleri bitene kadar çok üstün kuvvetlerle çarpıştıktan sonra çekildiler. Düşmanın amacı, yarımadanın en yüksek ve stratejik önemi olan Kocaçimen tepesini ele geçirmekti. Bunu başardıkları takdirde Boğaz savunma sistemi çökebilirdi. İşte bu son derece kritik anda, 19. Tümen komutanı Yarbay Mustafa Kemal Bey, asıl tehlikenin nerede olduğunu anlamış, ihtiyatta bulunmasına rağmen, inisiyatif kullanarak Kocaçimen Tepesi yönünde hemen harekete geçti. Liman Von Sanders Paşa ise, Mustafa Kemal Bey'in kuzeye hareket etmesini emrediyordu. İşte Çanakkale harekâtının dönüm noktası bu andı. Mustafa Kemal Bey, ya emri uygulayacak ve general Hamilton'un planı başarı kazanacaktı, ya da emirlerin dışına çıkıp, inisiyatif kullanarak kendi yönünde hareket edecekti. Mustafa Kemal, çekilmekte olan gözetleme birliklerini durdurup düşmana karşı vaziyet aldırarak Anzakları durdurdu. Aynı anda 19. Tümene bağlı 57. Piyade alayını derhal o bölgeye kaydırdı. Karaya çıkan düşman 8 taburdan fazladır. Mustafa Kemal Bey'in elinde bu kadar kuvvet yoktur. Fakat derhal süngü taktırır. Bir dakika sonra orada tarihi taarruz emrini verir. "- Size ben taarruz emretmiyorum ; ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde yerimizi başka kuvvetler ve başka kumandanlar alabilir." Nihayet şiddetli Türk taarruzuyla başlayan kanlı çarpışmaların sonunda düşman kıyıdaki son sırtlara kadar geri püskürtüldü. Bu savaşta en sıkışık anda ilk taarruza geçen 57. Alaydır. Onlardan bu gök kubbede bâki kalan bir hoş sadadır. Çünkü Çanakkale Savaşı'nda 57. Alayın tamamı şehit düşmüştür. Düşmanın kaybı ise 20.000 in üstündedir. Anafartalar Çıkarması Boğazı geçemeyen düşman kuvvetleri, verdikleri büyük kayıplar yüzünden savaştan vazgeçmeyi düşünmeye başlamışlardı. Ancak bu karar Dünya Savaşının sonucunu etkileyebileceğinden harekâtın canlandırılmasına karar verildi. 6 Ağustos 1915 gecesi İngiliz ve Fransız kuvvetleri Anafartalar bölgesine çıkarma yapmaya başladılar. Esad Paşa, Arıburnu kesimi, Kuzey Grubunun başında bulunuyordu. Anafartalar'daki Tümenler Grup Kumandanlığını ise Yarbay Mustafa Kemal üzerine aldı. Güney Grubunun başında da Esad Paşa'nın kardeşi Vehip Paşa bulunuyordu. Bu iki kesimde de aylarca devam eden çok şiddetli çarpışmalar oldu. Bu yeni düşmana karşı koymak için Saroz mıntıkasında bulunan Miralay Fevzi Bey komutasındaki 7. Ve 12. Tümenler getirildi. Fakat Fevzi Bey, bir gün önce kıtaların 40 kilometrenin üstünde yol yürümesi nedeniyle taarruzu 9 Ağustos gününe erteledi. Liman Von Sanders Paşa, hemen geceden hücuma geçilmesini emrettiyse de, Fevzi Bey, askerin çok yorgun ve dağınık bir halde bulunduğundan bahisle, geceleyin toplayıp dinlendirmek ve sabahleyin taarruza geçmek için izin istedi. Bunun üzerine Liman Paşa, Fevzi Bey'i görevden alarak yerine Mustafa Kemal Bey'i getirdi. Mustafa Kemal Bey, derhal tertibat alarak, gerekli emirleri verdi. Bu kumanda değişikliği son derece isabetli olmuş ve ertesi sabah yaptığı mukabil taarruzla düşmanı âdeta olduğu yere mıhlamıştır. O'nun sabaha karşı başlattığı âni taarruz karşısında düşman silahlarını bile kullanmaya vakit bulamadan ezilmiştir. İstediği sonucu almış olan Mustafa Kemal Bey, saldırıyı durdurup, birliklerini Conkbayırı ve Şahin Tepe'ye yerleştirdikten sonra, 16 Ağustos'ta Anafartalar'ın sağ yanından yapılan tehlikeli bir taarruzu da durdurmayı başardı. Böylece düşman 21 Ağustos'ta yenilgiyi kabul etmek zorunda kaldı. 7 Kasım 1915 tarihinde de Çanakkale'den tamamen çekilme kararı alan İtilaf Devletleri, 134.000 insan, 393 ton ve 500 hayvandan oluşan kuvvetini büyük bir ustalıkla aşamalı olarak geri çekmeyi başardı. Gelibolu Yarımadası üzerindeki düşman kuvvetleri 19/20 Aralık 1915 gecesi Anafartalar ve Arıburnu cephesinden, 8/9 Ocak 1916 gecesi de Seddülbahir'den çekilip gittiler. Bu harekât, İtilaf kuvvetlerinin yapmış oldukları ilk ve son başarılı harekât olmuştur. 134.000 asker geri çekilirken, 205.000 İngiliz, 47.000 Fransız askeri hayatını kaybetmişti. Türk birliklerinin kaybı ise 251.300 olarak verilmesine karşılık ATESE arşivi bilgilerine göre 306.882 dir. S O N U Ç İtilaf Devletleri'nin büyük bir hezimete uğramasıyla sonuçlanan Çanakkale Savaşları üzerine yapılan araştırmalarda, bütün dünyanın üzerinde ittifakla birleştikleri esas konu, Türk askerinin mükemmel bir idare altında gösterdiği emsalsiz müdafaa kabiliyetidir. Çanakkale geçilemeyince, bu büyük savaş bir yıpranma savaşı şeklini almış ve iki yıl daha devam etmiştir. Avrupa'nın ekonomi, sanayi ve birçok konudaki dünyaya nispeten var olan büyük üstünlüğü darbe yemiş, sömürgelerdeki halkların millî benlikleri harekete geçmeye başlamıştır. Asya ve Afrika'daki, sömürgelerinde yaşayan Müslüman uluslara, bu zaferle bağımsızlık ve özgürlük tohumları atılmıştır. Şüphesiz Çanakkale'de Türk askerinin kazandığı bu zafer yalnız Türk milleti için değil, yokluk ve esaret altında yaşayan diğer mazlum milletler için de kurtuluş umudu olmuş, mücadelelerini kamçılamıştır. Bu da ileride, dünya siyasal haritasının şeklini değiştirecek gelişmelere neden olmuştur. İngilizlerin gururunu kırmayı, İngiltere ve Fransa gibi iki büyük devleti tek başına, müttefiki Almanya'dan yardım almadan yenmeyi başaran, arkasından da dünya siyasal haritasının değişmesine neden olan Türk ulusudur. İşte Çanakkale Zaferi bunun için önemlidir. Çanakkale Savaşları nedeniyle, Irak ve Filistin cephelerinde 1 milyona yakın İngiliz ve Fransız askeri, müttefik devletlerin ana cephelerinden uzak tutulmuştur. Yunanistan, Romanya ve İtalya'nın savaşa girmeleri geciktirilmiş ve Bulgarlar'ın müttefik devletler tarafında savaşa katılması sağlanmıştır. Ayrıca 18 Mart 1915'te kazanılan Türk zaferi ve bu zaferi takip eden aylarda kara savaşlarında da İngiliz ve Fransız kuvvetlerinin mağlûb olması, ekonomik ve siyasal buhran içinde olan Rus Çarlığı'nın yıkılmasına ve Türkiye'nin Kurtuluş Savaşı'ndaki büyük bir engelin ortadan kalkmasına neden olmuştur. Yani bir bakıma Türk Kurtuluş Savaşı Çanakkale'de kazanılmıştır. Çanakkale'de İtilaf Devletleri başarılı olup da Rusya yolu açılmış olsaydı, Rusya Karadeniz yoluyla büyük lojistik desteğe kavuşarak tarafsız Balkan Devletlerini zorunlu olarak kendi tarafına çekecekti. Böyle bir durumun ortaya çıkmasıyla savaş önceden bitebilir ve belki de bugün Avrupa haritası daha farklı olabilirdi. Deniz kuvvetleri açısından, Karadeniz'de Yavuz ve Midilli'nin Türk donanmasına katılmaları ile oluşturulmaya çalışılan kuvvet dengesi, Rusların sahip oldukları güçlü, fakat karaya bağımlı donanmaları ile Boğazlara yönelik harekât girişimlerini caydırmıştır. Böylece Osmanlı İmparatorluğu, iki cephede birden savaşmaktan kurtularak, kara kuvvetlerini Çanakkale'de toplama imkânı bulmuştur. Çanakkale savaşları ve sonucunda kazanılan büyük Türk zaferi için, aradan geçen 85 yılda çeşitli yorumlar yapılmıştır. Bunların için de Avrupalı siyasî tarih yazarlarının verdiği hüküm en doğru ve en isabetli olanlarından biridir: "Malazgirt zaferinden beri Türklerin yaptıkları 254 savaşın en büyüğü Çanakkale'dir..." Bu hükme varan Batılı tarihçilerin değerlendirmeleri hiç şüphesiz Türklerin Avrupalı devletlere karşı kazandıkları zaferler açısından daha doğrudur. Çanakkale Zaferi'nden bir yıl önce Türk ordusu, tarihinin en büyük hezimetini yaşamıştır: Balkan Savaşı. Bu yenilgi sonucunda üç hafta içerisinde bugünkü topraklarımızın 1/5'inden daha fazla toprak 167.000 km2, 33 il, 158 ilçe, 6.5 milyon nüfus; bir başka ifadeyle Meriç Nehri'ne kadar Avrupa'daki toprakların tamamı kaybedilmiş ve ordu da elden çıkmıştı. İşte bu büyük darbeden sonra Türk ordusu gerçek anlamıyla ordu olabilmek için büyük bir çabaya girişti. Bir yıllık sürede, yüzüne sürülen kara lekeyi silecek duruma ve Çanakkale Zaferi'ni kazanacak güce erişti. Kazandığı zaferle Türk'ün gerçek kudret ve kabiliyetini ortaya koydu. İşte Çanakkale Zaferi bunun için önemlidir. Gerçekten de bu savaşların da içinde bulunduğu Birinci Cihan Savaşı Türk İmparatorluğu topraklarının Batılı emperyalist güçler tarafından taksimi yolunda varılan antlaşma üzerine çıkmıştır. Savaş devam ederken ve Çanakkale dünyanın en güçlü dev donanmaları tarafından zorlanırken Rus çarına verilen teminat da bunu ispatlamaktadır. Rusların hariciye nazın Sazanof'un İngiltere ve Fransa'ya verdiği ve Çanakkale'de Türk zaferinden çok kısa bir müddet öncesinin tarihini taşıyan notanın şu ifadesi bunu göstermektedir. " ... İstanbul ve Boğazlar meselesi kesin olarak ve Rusya'nın tarihî arzularına uygun bir surette artık çözülmelidir... Eğer İstanbul şehri, Boğaziçi'nin, Marmara denizinin ve Çanakkale boğazının batı sahili ve gene Midye-Enez çizgisine kadar Güney Trakya, daha başından, Rusya imparatorluğunun kısımları arasına sokulmazsa her türlü çözüm şekli yetersiz ve devamsız olacaktır. Gene, stratejik sebep ve lüzumdan ötürü Boğaziçi ile Sakarya ırmağı arasında ve İzmit Körfezi üzerinde tayin edilecek bir noktada Asya sahilinin bir kısmı, Marmara'daki adalar, İmroz ve Tenedos adaları da Rus imparatorluğunun parçaları arasına sokulmalıdır." Bu notadan sonra Rusya'nın kesin teminat istemesi Üzerine İngiltere ve Fransa 12 ve 14 Mart 1915'de bütün Rus isteklerini kabul ederek Anadolu ve Balkanlar Türkiyesi'ni Rusya'ya vermeye razı olmuşlardır. Cihan savaşının son yıllarında Rusların yayınladığı "Anadolu'nun Taksimi" adlı eserde bütün bu taksim belgeleri ve yapılan gizli ve açık antlaşmaların metinleri vardır. Ancak, 18 Mart 1915'-de kazanılan Türk zaferi ve bu zaferi takip eden aylarda kara savaşlarında da İngiliz ve Fransız kuvvetlerini unutamayacakları bir yenilgiler zinciri içinde mağlûp etmemiz, Rusya'da Çarlığın yıkılmasına ve Türkiye'nin İstiklâl Savaşındaki büyük bir engelin ortadan kalkmasına sebep olmuştur.; yani bir bakıma Türk İstiklal Savaşı Çanakkale'de başlamıştır. Mehmetçik, 1915'te Çanakkale'de, vatanı işgale kalkışan güçlü düşmana karşı direnip destanlar yaratarak, ulusun kara yazgısını değiştirebilmiştir. Eğer dönemin süper güçleri amaçlarına ulaşsa ve Çanakkale geçilebilseydi, kuşkusuz modern tarihimiz çok farklı yazılacaktı. İtilaf Devletlerinin, Çanakkale mağlûbiyetinin nedenlerini araştırırken, savaş planının iyi hesaplanarak hazırlanmamış olması, istenilen cephanenin zamanında temin edilememesi, kumandanların birçoğunun tecrübesizliği, komuta merkezinin uzakta bulunması, arazinin tanınmaması gibi faktörlerde bulmaya çalışıyorlarsa da, esas neden Türk askerinin müdafaa sahasındaki üstün kabiliyeti ve kuvvetlerin mükemmel idare edilmeleri olmuştur. General Ian Hamilton "Gelibolu Günlüğü" adlı hatıratında şöyle demektedir : "Karaya çıkardığımız birliklerle eşgüdümlü çalıştığımız halde başarılı olamamamızın asıl sebebi, bizim işgal için savaşmamız, Türklerin ise vatanlarını canla başla savunmalarındandı. Temmuz ayı başında 400 metrelik bir arazi parçası 17.000 zayiatla ele geçirildi. Böyle kanlı bir başarı başka hiçbir cephede görülmemiştir." Çanakkale savaşlarında, Churchill başta olmak üzere dönemin tüm sivil ve askeri yöneticileri tarafından Türklerin savaş gücü önemsenmemiştir. Bunda, iki yıl önce Balkanlar'daki yenilgisini hesaba katarak hemen dize getirileceği ve kolayca Çanakkale Boğazı'ndan geçeceklerini hesaplamışlardır. Ancak onların asıl unuttukları Türk askerinin diğer orduların askeriyle kıyas kabul edilemez olan yüksek manevi gücüydü. İtilaf Devletleri, Türk kuvvetlerinin son yıllarda, özellikle Balkan Savaşlarında gösterdiği başarısızlıklar nedeniyle karşılarındaki gücü küçümsemişler, bunun bedelini de çok ağır bir şekilde ödemişlerdir. Çanakkale Zaferi ile Türk askeri Balkan Savaşı sonundaki ezikliğini üzerinden atmış, can çekişen bir imparatorluk içerisinde kahraman bir milletin varlığını bütün dünyaya göstermiştir. Bu bakımdan Türk'ün Avrupa'da itibarının yeniden artması Çanakkale müdafaası ile başlar. Gerçek bir ibret tablosu ve Türk Milleti için de haklı bir iftihar destanı olan bu savaş, siyasal ve askeri yönlerden olduğu kadar inancın, moral gücün değeri bakımından ele alınarak, genç kuşaklara çok iyi anlatılmalı ve öğretilmelidir. Milletler savaşları, araç ve gereçleri zamanın teknolojisi ile kaynaştırarak yapmışlardır. Ancak bunları gerçekleştiren yine insanlar olmuşlardır. Yani muharebe meydanlarında savaşı kazanmak için biricik gücün teknolojik araç ve gereç üstünlüğü olmadığı ortaya çıkmıştır. İşte Çanakkale savaşları bunlara en güzel örneği teşkil etmektedir. Dünyanın en güçlü silah ve teknolojisine sahip birleşik düşman orduları, önce savaş gemileri desteğinde saldırılarını sürdürmeleri karşısında Türk milleti, şehit düşmek veya gazi olmak düşüncesi ile vatanına düşman ayağı bastırmamak için büyük fedakârlık ve cesaret örneği sergilemiştir. İstanbul'daki Amerikan büyükelçisi Henry Morgenthau'nun anılarında ifade ettiğine göre, İngiliz Deniz Bakanlığı, beş yüzden fazla Türk topunun ateş ettiğini sanmıştır. Oysa müttefiklerin gemi küpeştesinden seyrettikleri manzara, Türk dehasının tarihe intikalinden başka bir şey değildi. Düşmanı aldatabilmek için tabyalara yüzlerce soba borusu yerleştirilmiş ve ağızlarına konulan barut ateşlenmiştir. Barutun parlayışını, düşman filosunun kumandanları, hakiki top sanmışlardı. Ama İngiliz amirali de Robeck'in şaşkınlığı bir başka idi. Dünya savaş tarihinde müstesna bir yere sahip olan bu muazzam savaş, bir macera değil, bir "nefs-i müdafaa";düşmanların değil işgal etmesine, geçmesine dahi izin verilmeyen, baştanbaşa Türk insanının kanıyla sulanan ve her metre karesinde bir kahramanlık destanı yazılan toprakların öyküsüdür. Bir milletin kaderini değiştirecek, dünyaya bir daha ender gelebilecek bir büyük kahramanın, Atatürk'ün milletiyle tanıştığı bir büyük savaş.. Binlerce şehidin kefensiz yattığı bu topraklar, Çanakkale'nin geçilmez olduğunun en yakın şahididir. Çanakkale destanını yazan 300.000 den fazla Türk evladı bu vatan toprağı uğruna kanlarını çekinmeden seve seve vermiş, şehit düşmenin gururunu taşıyan binlerce isimsiz kahraman gerçekleştirdiği bu zaferle askeri tarihimizin altın sayfalarındaki onurlu yerini almayı başarmıştır. Ancak kendisine karşı acımasızca saldıran düşmanı ise aziz Anadolu toprağının bu kutsal bölgesinde misafir etmenin şerefini Atatürk'ün şu sözleriyle bir kere daha ispatlamıştır. " Bizim karşımızda kahramanca çarpışarak topraklarımızda can veren, şehit Mehmet ile koyun koyuna yatan Anzaklar, bu topraklarda huzur içinde uyuyunuz. Sizler artık bizim evlatlarımız olarak ebediyete kadar misafirimizsiniz." Bazı yazarlar, Çanakkale Savaşlarını değerlendirirken, Türklerin de, Anzakların da inandıkları ilkeler ve kutsal bildikleri değerler için çarpışıp kan ve canlarını vermekten kaçınmadıkları şeklinde yorumlamaktadır . 0 zamanki düşmanlarımız çocuklarını asker ve milletin en asiline teslim ve emanet etmişler. Ama, neden bu macera? Onlar kem-küm diye laflarken, Gelibolu'da Fransız mezarlığını ziyaret eden bir Türk öğretmeni gerçeği dile getirivermiş: -Size biz mi gelin dedik ? Biz mi ülkelerinizdeki sevdiklerinizi azap ve gözyaşına boğmanızı istedik? Ya, bizim evlatlarımızın ne günahı vardı ? Onlar görevlerini vatanlarını müdafaa, sizler istila için yüklenmiştiniz. Artık müsterih uyuyunuz. Tarihe bakıldığı zaman görülür ki, Türk Milletinin savaş sırasındaki cesaret ve kahramanlığı, mağlûpları karşısındaki asilâne tavrı, itaati altına girenlere uyguladığı insanî davranışı, onların sadece kendileri için savaşmayıp, medeniyetten bütün dünyayı nasipli kılmayı amaçladıklarına işaret etmektedir. Gazi Mustafa Kemal Paşa da Çanakkale'deki Türk askerini Ruşen Eşref Bey'e şöyle tasvir etmektedir : "Biz ferdi kahramanlık sahneleriyle meşgul olmuyoruz. Yalnız size Bomba Sırtı olayını anlatmadan geçemeyeceğim. Mütekabil siperler arasında mesafeniz sekiz metre, yani ölüm muhakkak ... Birinci siperdekiler, hiç biri kurtulmamacasına kâmilen düşüyor. İkincidekiler onların yerine gidiyor. Fakat ne kadar şâyân-ı gıbta bir itidâl ve tevekkülle biliyor musunuz ? Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, hiç ufak bir fütur bile göstermiyor, sarsılmak yok ! Okuma bilenler, ellerinde Kur'an-ı Kerim, cennete girmeğe hazırlanıyorlar. Bilmeyenler, Kelime-i Şahadet çekerek yürüyorlar. Bu, Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren şâyân-ı hayret ve tebrik misaldir. Emin olmalısınız ki Çanakkale muharebesini kazandıran bu yüksek ruhtur." 5. Ordu komutanı Liman Von Sanders Paşa ise hatıratında şöyle demektedir : " Çoğu zaman yarı çıplak, yarı açtılar. Haşlanmış buğday yiyorlar, sıhhi vasıflardan mahrum su içiyorlardı. Taş üzerinde yatıyorlar, fırtınaya, soğuğa yağmura karşı pek de korumalı olmayan siperlerde, çamur içinde yaşıyorlar;fakat dünyanın en ileri vasıta ve imkânlarına sahip düşmanlarını buldukları zaman arslanlar gibi dövüşüyorlardı. Çanakkale'yi bir asker olarak anlatmak imkânsızdır. Manevi kuvvetten ve vatan aşkından yoğrulmuş bir insan yapısı nasıl tarif edilebilir ki ? Türk askeri gösterişsiz, mütevazi, mütevekkil ve sessiz, hakiki bir Anadolu çocuğu.. Bu insanların kalplerinde sadece ve sadece yüce bir vatan sevgisi vardı. Bu ne gösterişsiz yurt sevgisiydi. Arkalarında fakir bir vatan toprağı bulunan bu insanlar savaş sırasında birer kahramandılar. Ölüme bunlar gibi gülerek giden bir başka millet yoktur. Bu hasletlerinden dolayıdır ki hürriyetlerini en ağır bedelle ödüyorlar, esaret bilmiyorlardı." 86 yıl önce bugün, onlar "Ağuşunu açan peygamberlerine" kavuştuklar ve "Yedi kandilli Süreyyanın" üzerlerine nur serpiştirdiği Mehmetçiklerimizin o emsalsiz destanlarının başladığı gündür. Nice rahmet ve nice hesaba-kitaba sığmaz şükran ve fatiha borcumuzdur ki eda oluna... Ve de, şimdi. Bu savaşlarda her iki tarafın insan kaybı 570 binin üstündedir. Türkiye'nin toplam kaybı gazi ve şehit olarak 255.000 civarındadır. Eskilerin "Melhâme-i kübra" olarak adlandırdıkları Çanakkale muharebeleri âdeta bir subaylar savaşıdır. Kısa bir hesap: 259 günde verilen 570 bin zayiatı yine günlere bölerseniz, gün başına 2200 asker düşer. Bizim günlük kaybımız ise 969 kahramandır. Başka bir deyimle her gün 969 aileye kara haber ulaştırmışızdır.3,5 yıl süren Kurtuluş Savaşı'nda en güçlü olduğumuz dönem olan Büyük Taarruzda ancak 200.000 kişilik bir ordu yapabildiğimiz anımsanırsa Çanakkale Zaferi'nin bedeli daha iyi anlaşılır. Türkiye bu muazzam savaşta, yüksek tahsilli subay namzedi ve ihtiyat subaylarından 10.000 den fazlasını şehit verdiği gibi, 70.000 kadar da meslek sahibi rüştiye mezunu bu topraklar için canlarını feda etmişlerdir. Mektebi Sultani yani Galatasaray Lisesi'nin 1915 senesinde mezun olmuş talebesi yoktur. Zira Çanakkale'de şehid vermekten lisede mezun vermeye imkân kalmamıştır. Bu savaştaki her on şehidimizden biri asteğmendir. Demek ki Çanakkale'de 25 bin lise ve üniversite mezunu kaybetmişiz. Bizim kaybımız, doğu ve batı kültürüne hakim, Arapça, Farsça, Fransızca bilen (yahut İngilizce), meslek sahibi, yedek subayların şehadetiyle çok büyüktür. Türkiye'nin bugün bile yaşamakta olduğu yetişmiş insan sıkıntısının temelinde Çanakkale Savaşları vardır. İttihat Terakki'nin, cinayet çapında şuursuzlukla, yetişmiş insanları imha etmesi vardır. Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyetin ilanından sonra yıllarca sıkıntısı çekilen yetişmiş insan gücü, idareci, eğitimci ve diğer branşlardaki eleman noksanlığı ve bunun doğurduğu sonuçları, Çanakkale savaşlarında verdiğimiz şehitlerin sayısında aramak gerekir. Çanakkale Zaferi, dünyaya Türk'ün tükendiği sanılan gücünün henüz tükenmediğini, artık tarihsel işlevini tamamlandığını sandıkları Türk'ün, koşullar ne kadar zor olursa olsun, daha çok şeyler başarabilecek güç ve inanca sahip olduğunu göstermiştir. Karşımızdakiler bir devletin çöküşüyle ulusun inanç ve gücünün çöküşünün farklı şeyler olduğunu burada anlamışlardır. Türk'ün devleti çökebilir, ama kendisi çökmez. Dünya sahnesindeki rolünü bırakmaz. İşte Çanakkale Zaferi bunun için önemlidir. Çanakkale Zaferi, ümmetçiliği iflas ettirmiş, Panislamizm fikrini çökertmiş, söndürmüştür. Yerine, Türk ''milliyetçiliği'' fikrini alevlendirmiştir. Bunun uygulanabilir olduğunu, gerçek olduğunu kanıtlamıştır. O dönemde bugünkü Irak, Suriye, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri topraklarımız içindeydi. Savaş başlayınca cihad-ı mukaddes ilan edilir, ancak bunun olumlu hiçbir etkisi görülmez. Türk unsurunun dışındaki Osmanlı uyruğu olan öbür Müslüman unsurlara İngiliz altını ve İngiliz vaatleri Osmanlı'nın ilan ettiği mukaddes cihattan daha sıcak gelir ve Osmanlı Türk'ünü arkadan vururlar. Çanakkale muharebeleri sırasında da daha acısı yaşanır: İngiliz ve Fransızlar sömürgeleri Müslüman ülkelerden, Hindistan'dan yani bugünkü Pakistan'dan, Fas, Tunus ve Mısır'dan, Senegal ve diğerlerinden önemli sayıda Müslüman asker getirirler ve bunları Türklere karşı savaştırırlar. Hatta bizim cephelerdeki Mehmetçikleri etkilemek için yüksek sesle ezan ve Kuran bile okuturlar: İşte bu tablo gerçeği görmemizi sağlar. Böylece gerek Osmanlı devletinin son dönemine, gerekse T.C. Devletinin ulusal politikasına yön vermiş olur. Ayrıca bu zafer, bugün dahi bu hayalin peşinde koşanlara, İslam birliğini ideoloji olarak benimseyenlere, ulus gerçeğini inkâr edip ulusu ümmetleştirmeye çalışanlara, düşüncelerinin çürüklüğünü gösteren tarihsel bir kanıttır. İşte Çanakkale Zaferi bunun için önemlidir. Çanakkale Zaferi, Mustafa Kemal'in ordu içinde olduğu kadar tüm milletçe de tanınmasına vesile olmuştur. Bu suretle Türk milleti, 1699'dan beri makus istikamette gelişen tarihini yenecek olan liderlerini bulmuştur. Ordu ve millet, Anafartalar kahramanının bu işi başaracağına inanmış ve onun ardından gittikçe büyüyen bir kütle halinde yürümüştür. İşte bu güven, Atatürk'ün Milli Mücadele'yi zaferle sonuçlandırmasında, genç, dinamik ve yepyeni modern bir devlet kurmasında en büyük ilham ve kuvvet kaynağı olmuştur. Hafızalarda taze kaldığını ümid ettiğimiz bir diğer şaşılacak cesaret numunesi de o yiğit teğmenimizin bir gecede bir otomobil lastiği alacak kıymette sahte banknot imal ederek Musevi teb'a ile yaptığı alış-veriştir. Çanakkale'nin ruhunu hülasa eden sadelik içinde gizlenmiş muhteşem vak'alardan biri olan bu meşhur para menkıbesinin en dikkate değer tarafı merhum teğmenin taklid banknotun arkasına yazdığı ibaredir: "Bedeli Çanakkale'de." Devrin kâğıt paralarının arka yüzünde devlet teminatı olarak "bedeli Dersaadet'te" klişesi bulunduğu için fedakâr asker de "Bedeli Çanakkale'de" yazmıştır. Bizler bugünlerin nesli olarak aziz şehitlerimiz ve gazilerimizin şanlı hatıraları için neler yapabildik ? Çanakkale Zaferi ve Savaşları üzerine yazılmış kaç tane roman, senaryo sayabilirsiniz ? Nerede Çanakkale Zaferi üzerine çekilmiş filimlerimiz ? 86 yıl önce bugün, onlar "Ağuşunu açan peygamberlerine" kavuştuklar ve "Yedi kandilli Süreyyanın" üzerlerine nur serpiştirdiği Mehmetçiklerimizin o emsalsiz destanlarının başladığı gündür. Nice rahmet ve nice hesaba-kitaba sığmaz şükran ve fatiha borcumuzdur ki eda oluna... Ve de, şimdi. Bu zaferleri bizlere armağan eden kahramanları rahmet ve minnetle anıyoruz. Bugün güvenlik güçlerimizden şehit düşenlerin ailelerini, gazilerimizi unutmamalıyız. Onların geride bıraktığı maddi sıkıntılar içinde olan ailelerine sahip çıkmak bir vefa borcudur. Bu vefa borcunu yerine getirdiğimiz ölçüde, acıları bir nebze olsun dineceği gibi, gelecek nesillerin daha şuurlu hareket etmesi sağlanacağı muhakkaktır. Bu aziz vatanın topraklarını kanlarıyla sulamış, bayrak bayrak kutsallaştırmış şehit ve gazilerimizin ölümsüz hatıraları önünde bir kez daha saygı ve minnetle eğiliyoruz. Ayrıca bu muazzam muharebelerde tarih sahnesine çıkarak bir güneş gibi doğan eşsiz kahraman Gâzi Mustafa Kemal Atatürk'ün, bütün komutan ve silah arkadaşlarının da manevi huzurunda engin saygılarımızla eğiliyor, onları rahmet ve minnetle anıyoruz.

 
  sanalkutuphanemiz.tr.gg  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol